Dalgaların Sesi - 1. Gün/ İki Ses

Sular dalgalıydı.

Ve okyanus, gökyüzünün gri'sini ödünç almıştı o gün. Su zerreleri acımasızca akıyordu gökten. Bulutlar öfkeli; doğa usulca hüzünlü.

İçindeki acının resmi vardı, yüzünde genç adamın. Sessizce genç kadına baktı. Bakışlarında yüzyılların hüznü kaynaşıyordu, konuşamıyordu... Konuşmak istemiyordu belki de... onu üzmek ya da kırmak, düşüncelerinin tam ortasında tek başına bırakmak değildi içinden geçenler. Var oldukça onu daha çok üzebileceğini biliyordu aslında; anlatamıyordu, konuşamıyordu.

Genç kadın tedirgin, ıslanan vücuduyla kararsızdı... Üşüyordu; içinden gelen soğuğu algılarken; erkeğe bakıyordu sadece...

“Gitmeliyim!" dedi genç adam. "Geldiğim gibi!"

İç içe anlamları fark eden genç kadın, irkildi ansızın...

"Gitmen gerekmiyor!" dedi fısıldar gibi. "Kalmanda hiçbir sakınca yok!"

Okyanus dalgalarını savuruyordu gökyüzüne... Ve gök kızgınca tokatlıyordu okyanusu...

"Masal kahramanları, yaşayanlar için zararsızdır!" dedi adam. "Ancak kahramanlar, gerçekte, masallardaki gibi değiller... acılarınızı ve onun acılarını arttırabilir ya da azaltabilirsiniz... Siz kahramanı masallara ait olmaktan uzaklaştırdınız; onu tanımaya çalıştınız, altın çerçeveli okyanus resminin büyüsünü bozdunuz!"

"Hayır!" diye haykırdı genç kadın. "Ben anlamak ve tanımak istedim, yalnızca... bu da gitmenizi gerektirmiyor. Hayatınız olduğu gibi kalacak, benimki de!"

Dudak bitimlerindeki kıvrımlar derinleşti genç adamın. Tüm hüzünleri sırtlanmış sesiyle:

"Hiçbir zaman, hiçbir şey katıklanmadığı/ek almadığı günden öncesi gibi olmadı, olmayacak da!" dedi. "Tanımanız gereken kahramanın kendisiydi, karşınızda ki ben değil. Siz beni tanımaya çalıştınız hep!"

"Ama," dedi genç kadın. "Bu kadar katı olmanızı anlayamıyorum; gidip gitmemek sizin kararlarınıza bağlı?!"

Gök ansızın sessizleşti... Okyanus durgun ve gri kaldı...

Genç adam yanaklarından süzülen yağmur tanelerini sevdi, elleriyle. Göz bebeklerinde biriken ıslaklık parlıyor gibiydi.

"Siz, kendinize ait olanları bulmalısınız... gelecek sizin avuçlarınızla şekillenmeli, bir başkasının değil... Sizin mutlu-mutsuz özel dünyanızı, kendi karmaşamın içinde boğamam. Sizi kararsızlıklara, umulmadık bekleyişlere sardıramam. Oysa bunu arzulamıyordum. Alışkanlıklara dönüşmemeliydik; anlamları aramalıydık evrenin içinde... Kimliklerimizin, bireysel özelliklerimizin esaretiyle daralmamalıydık!"

Anlam veremiyordu genç kadın. Ne olmuştu?

Olaylara yaklaştırmaya çalıştığı anlamlar, hiç yakınlaşamıyordu... Uzak kalıyordu yüreği, usul usul direnirken; beyninin yoğunlaşan hareketliliğini kontrol edemiyordu artık...

"Karar senin!" dedi uzak bir sesle, genç adama bakarak.

"Hoşça kal; hep iyi kal güçlü prenses!" dedi genç adam fısıldar gibi. "Ben geldiğim yerde kalmalıyım; kendi göklerimin mutluluklarını arayacağım yeniden... Kendi yağmurlarımla ıslanacağım... Hiç bu göğe ait hissetmedim kendimi... Buralar sizin kalsın... Siz benim göklerimde kaybolursunuz. Onlar o kadar sonsuz ki... Siz beni oralardan alıp geldiniz bir süre... Çok faydalı oldunuz, teşekkür ederim; ama burada yaşayamam. İstesem de yaşayamam... Oysa o kadar çok istiyorum ki."

Gök haykırıyor, ışıklar saçıyordu artık... dalgalar kıyıları aşıyordu...

Giden silüetini gördü, sadece onun... Ayak sesleri de yoktu. O hiç olmamışçasına yoktu, sanki... İçinde kabaran isyanı hissetti genç kadın.

"Neden?" diye bağırdı gök gürültülerine karışan sesiyle. "Paylaşacaklarımız dostluğun gümüş çerçevesinde kalacaktı... Neden kaçtın korkak?"

Okyanus, gökyüzünün grisini iade etmeye başlamıştı... Açılıyordu doğanın renkleri... Ve güneş parlayarak çıkıverdi ortaya...

Her şey o kadar olmamıştı ki; içinde kalan hüzün parçaları kıpırdamasa, hiçbir şey hatırlamayacaktı genç kadın...


Seçkin Deniz, 26/10/2001, 12:31

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder